“Deprem” ve “Tsunami” Gerçeğinin Verdiği Bir Mesaj: Kimin Rahmeti ve İnayeti İle Yaşıyoruz?
Depremlerin meydana gelişine dair sismolojik çalışmaların ortaya koyduğu süreçler nasıl açıklanırsa açıklansın, bunun mutlaka bir “irade” ve bir “kudret” ile gerçekleştiği muhakkaktır. Yaratıcı Zilzal suresinin ilk ayetinde “dünyanın hareket ve depreşmesinin de ilahî ilham” ile olduğunu beyan ederek bunu açıkça dile getirmektedir.
- Dr. Adem Ali Rüzgarlı
Bütün dünya, Çarşamba sabahına deprem ve tsunami haberleriyle uyandı.
Gece, Türkiye saati ile 02.48’de Rusya’nın doğusunda bulunan Kamçatka Yarımadası açıklarında çok büyük bir deprem meydana geldi. Depremin şiddeti 8.8 gibi ürkütücü bir rakam. Ardından oluşan tsunami dalgaları Rusya’da 4 metre, Japonya’da 1.3 metre yüksekliğe ulaşarak kıyıları vurmaya başladı. Halka kıyılardan uzak durma çağrısı yapıldı, yapılıyor. Amerika teyakkuzda. Japonya’da Fukuşima Nükleer Santrali’ndeki işçiler tahliye edildi. İlgili ülkeler tedbirlerini artırıyor…
Haber kanallarında uzmanlar konuşuyor. Sismologlar görüş bildiriyor. Bu depremin başka bölgelerdeki hareketliliği tetikleyip tetiklemeyeceği, artçı depremlerin üreteceği sarsıntının şiddetinin ne olacağı, tsunamik dalgaların hangi şiddet ve durumlarda yerleşim merkezlerini etkileyebileceği gibi konularda değerlendirmeler yapıyor… Deprembilimcilerin birbirini tutan görüşleri yanında zaman zaman birbiriyle uyuşmanın görüşlerinin bulunması bu olayın halen bilinemeyen ciddi bir arkaplanının bulunduğunu gösteriyor.
Şunu biliyoruz ki deprem kendisini unutturmuyor. Bazen kuzey yarım kürede, bazen güney yarım kürede, bazen şu ülkede, bazen bu ülkede duyduğumuz depremler, aslında bir ses, bir konuşma, bir mesaj diye düşünmek gerekiyor. Bu ses bize, elbette -daha sık depremlerin yaşandığı bölgelerde- sağlıklı zemin etütleri gerçekleştirme, dayanıklı binalar yapma, tsunami ihtimaline karşı kıyı bölgelerde ciddi tedbirler alma gibi çok mesajlar veriyor. Fakat bizim burada dikkat çekmek istediğimiz husus, bu mesajların dışında deprem gerçeğinin her insana, hepimize, daima hatırlattığı “metafizik” mesajlardan birine işaret etmek.
Üzerinde yaşadığımız dünyamız uzayda hareket eden küçük bir dolmuş. Şu kadar sayıda canlı ve cansız varlıklarla beraber 8 milyar dolayında insan yolcusu bulunan bir gemi, bir uçak ya da -daha basit ifade ile-, bir dolmuş. Bu dolmuş üçte ikisi sulardan, üçte biri karalardan oluşan 510 milyon kilometre karelik bir yüz ölçüme sahip. Elips şeklinde. Ekvator çapı 12.742 kilometre, hacmi 1.083 milyar kilometre küp kadar. Bu şirin dolmuşumuz güneşe 149.6 milyon kilometre mesafede. Kendi ekseninde ve güneş etrafında belli bir hızla hareket ederek dönüyor. Günde yaklaşık 2.57 milyon kilometre yol alıyor. Bu dolmuşumuz yine taş küre, ateş küre, manto, dış çekirdek, iç çekirdek olmak üzere beş katmandan oluşuyor. Dış yüzeyde yani taş kürede birbirine kenetlenmiş dev tektonik levhalar yani plakalar bulunuyor. Bunların başlıcaları Pasifik Levhası, Avrasya Levhası, Afrika Levhası, Kuzey Amerika Levhası, Güney Amerika Levhası, Antartika Levhası, Avustralya Levhası, Nazka Levhası ve Arap Levhası şeklinde sıralanıyor. Ayrıca Filipin Levhası, Karayip Levhası ve Anadolu Levhası gibi çok sayıda küçük levhalar da var. Bu levhaların başta ısı ve enerji boşaltımı ve coğrafi şekillerin oluşumuna vesile olması gibi birçok fonksiyonu bulunuyor. Bu levhalar ateş küre (astenosfer) üzerinde yılda birkaç santim hızla hareket ediyor. İşte depremler levhaların hareketine bağlı olarak ortaya çıkan gerilimin yani enerjinin sismik dalgalar halinde boşalmasıyla geçekleşiyor.
Üzerinde yaşadığımız dünyamıza dair bu birkaç yüzeysel not ve depremlere dair çok uzaktan yaptığımız bu mini gönderme nasıl bir dolmuşta yaşadığımız, bu dolmuşun bizim için nasıl en uygun şekilde dizayn edilmiş olduğu konusunda ciddi bir fikir veriyor. Ne ki biz hayatın akışı ve gündelik koşuşturma içerisinde birçok başka şeyi düşünmediğimiz gibi yolcusu olduğumuz dünyamız hakkında da düşünmüyoruz. İşte depremler, kanaatimizce, öteki birçok ders ve mesaj yanında bize, -nerede yaşarsak yaşayalım-, böylesi bir hatırlatmada bulunuyor. Bazı deprem bilimcilerin olayı “kendiliğinden vuku bulan bir yer olayı, bir doğa olayı” gibi sunmalarına aldırış etmemek gerekiyor. En basit bir yolcu aracı, söz gelimi bir taksi veya otobüs ya da gemi ne yapımı, ne de seyahati itibariyle “kendi kendine” veya “tesadüfen” yahut “sebeplerin rastgele devreye girmesiyle” gerçekleşemeyeceğine göre yer küremizi yapıcısız, sahipsiz, idarecisiz görmek hiçbir aklın ve vicdanın onaylamayacağı bir husustur.
Sonuç olarak depremler nerede ve ne zaman vukua gelirse gelsin dünya dolmuşunda yaşayan insanlar olarak hepimize birçok hatırlatmada bulunuyor, birçok ders veriyor. Bunlardan birisi de yer küremiz uzayda, belli bir hızla, çift yönlü tur halinde hareket ederken nasıl bir “rahmet eli” ve nasıl bir “inayet eli” ile yolculuk yapmakta olduğumuz hakikatini düşünmek ve bu konuda farkındalık geliştirmek gerektiğidir. Nitekim Bediüzzaman’ın ifade ettiği üzere, depremlerin meydana gelişine dair sismolojik çalışmaların ortaya koyduğu süreçler nasıl açıklanırsa açıklansın, bunun mutlaka bir “irade” ve bir “kudret” ile gerçekleştiği muhakkaktır. Yaratıcı Zilzal suresinin ilk ayetinde “dünyanın hareket ve depreşmesinin de ilahî ilham” ile olduğunu beyan ederek bunu açıkça dile getirmektedir. Şayet levhalardaki sürtünme, söz gelimi daha ileri oranda olsa ve oluşan gerilim sürekli olarak açığa çıksa her gün devam eden depremlerle yaşayabilir miyiz? Ya da denizlerde vukua gelen depremler vesilesiyle oluşan dev tsunami dalgaları karaları bassa neler yaşarız? Sözün özü depremler ve tsunamiler bize nasıl bir dünyada, hangi rahmet ve inayet eliyle yaşadığımızı unutmamamız gerektiği mesajını veriyor. Ve elbette bunun gerektirdiği iman ve ubudiyet şuurunu kuşanmak gerektiğini de!