40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
53,9495£% 0.21
4.319,39%0,53
3.335,86%0,37
10.219,67%-0,06
13 Temmuz 2025 Pazar
İslam’da Irkçılık Yoktur! Bediüzzaman’ın Türklere ve Kürtlere Çağrısı
İnşaallah yanılırız, bu bir seçim yatırımı değildir! Ali Ferşadoğlu
Karıncayı gözeten din, benî Âdem’i ihmal eder mi?
TARİHÇE-İ HAYAT'IN ÖNSÖZÜ (BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ)
ÖĞLE NAMAZINI KILMANIN HİKMETLERİ | SÜLEYMAN KÖSMENE
TARİHÇE-İ HAYAT’IN ÖNSÖZÜ
(BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ)
MAHMUT DEMİRDÖĞMEZ
MERSİN Silifke YENİ ASYA RİSALE-İ NUR DERSİ
Mustafa Sungur: “Köy enstitüsünde bize dinsizlik dersi verilmişti”
1. Ağır Ceza Mahkemesi, Nur Risalelerini okuduğumu ve yazdığımı ve muhtaç bir mü’min kardeşime vererek istifadesine çalıştığımı, “Halkı hükûmet aleyhine teşvik ediyor” diye, hakkımda bir suç saymış. Halbuki ben itiraznamemde bu ithama karşı dedim: “Halkı hükûmet aleyhine teşvik edici zannedilen Risale-i Nur, Kur’ân’ın hakikî bir tefsiridir. O, bütün eczalarıyla, hakaik-ı imaniyeyi ders verip, okuyan ve yazanlara en büyük saadeti bahş ediyor. Onun hedefi, halkı hükûmet aleyhine teşvik gibi, serserilerin, bozguncu ahlâksızların gittikleri fânîlikler değil, belki bütün saadet ve bahtiyarlığın en yüce mertebesi olan Allah’ın rızasıdır. Ben, bana en büyük fazilet, en tatlı nimet olan imanı kazandıran Risale-i Nur’u okuduğum ve yazdığım ve onun en güzide bir talebesi ve âciz bir hizmetkârı olduğumdan dolayı iftihar ediyorum. Ve Risale-i Nur’un talebeliğini, hakkımda pek büyük bir ihsan-ı İlâhî bilip, lâyık olmadığım bu nimet-i azîmeyi benim gibi bir bîçareye nasip eden Rabbime daima şükrediyorum” dediğim halde, kanuna ve delile dayanmayarak, benim iman ve İslâmiyet’e karşı bağlanmamı bir cürüm bilerek, bütün bütün hak ve hakikatin aksine olarak cezalandırıldım.
2. Ben şahidim ki; ben Kastamonu Gölköy Enstitüsünde okurken, bazı muallimler tarafından bize dinsizlik dersi verilmişti. Hâşâ, Hazret-i Kur’ân’ı Hazret-i Peygamberin yazdığını ve İslâmiyet’in artık mülga olunacağını, medeniyetin ilerlediğini, bu asırda Kur’ân’a ittiba etmek büyük bir hata ve gerilik olduğunu, hatta bir gün bir muallimin yaptığı gibi, İslâmlar namaz kıldıkları ve ahireti düşündükleri için daima muztarip bir halde, ömürleri elem içinde geçtiğini ve İslâm camilerinde daima bir ölgünlük havası estiğini, Hıristiyanların kiliselerinde ise daima neşe ve canlı hayat bulunduğunu ve Hıristiyanlar çalgı vesaire gibi eğlencelerle hayatın tadını alıp ömürlerini neşe içinde geçirdiklerini söylüyorlar, kalplerimizdeki iman ve İslâmiyet bağlarını koparmaya ve onun yerinde inkâr ve küfür yerleştirmeye çalışıyorlardı.
Şualar, 14. Şua, s. 583
Risale-i Nur Kur’ân’ın feyzinden fışkırmıştır
“Mustafa Sungur’un Temyiz Lâyihası”ndan:
İşte böyle zehirli fikirlerle aşılanmış ve böyle tehlikeli, muzır dinsizlerin dersleriyle maneviyatı öldürülmek istenmiş ve hatta o muzır fikirlere kapılarak ve –hâşâ– inanarak, etrafına neşretmeye başlamış bir bîçare insanın, birdenbire Risale-i Nur gibi Kur’ân’ın feyzinden fışkıran, iman ve İslâmiyet hakikatlerini gayet parlak bürhanlar ve harika deliller ile ispat eden ve din-i İslâm’ın daima insanların saadet ve selâmetine vesile sönmez ve söndürülmez bir manevî güneş olduğunu izah eden eşsiz bir nur-u Kur’ân’ın birkaç risalesini okumakla bütün o zehirli fikirlerini atıp imanı elde ederek, duyduğu sonsuz sevinç ve bahtiyarlığı telif ettiği mübarek Nur Risaleleriyle ona kazandıran müşfik ve vefakâr ve hakikî kahraman Üstad Bediüzzaman Hazretlerine arz etmesi; eski gaflet ve dalâlet hayatından kurtulup, iman ve nura kavuştuğunu ve hakikî imanı kazandıran Risale-i Nur’un bu asrın bütün insanları için bir şems-i hidayet ve vesile-i saadet ve onun müellifliğiyle tavzif edilen Üstad-ı Muhteremin bu pek büyük ve yüce imânî hizmetiyle onun bu beşeriyete, hususan ehl-i imana bir lütf-u İlâhî olduğunu hayranlıkla arz etmesi ve yukarıda da arz edildiği veçhile, Kur’ân ve İslâmiyet aleyhindeki dehşetli ve kahhar tecavüzleriyle bu kahraman İslâm milletinin evlâtlarını dinsizliğe teşvik edip, milyonlarla insanların bağlandığı kudsî ve İlâhî İslâmiyet esaslarını yıkmaya ve o milyonlarla insanların ebedî saadetlerini mahvetmeye çalışanları “Gizli Süfyan komitesinin yıkıcılığı ve eziciliği” diye vasıflandırarak, onlara ve onların bu alçak ve kahhar ve zalimâne tahriplerini ve yıkıcılıklarını alkışlayan divanelere binler teessüf ve nefretlerle “Yazıklar olsun!” demesi ve imanında şüpheye düşmüş eski ders arkadaşlarına, “Gelin, hepimiz bu hevaî ve nefsî arzulardan vazgeçelim, hakaik-ı Kur’âniyenin önünde diz çökelim ve bu asrın rehber-i saadeti olan Nur medresesine koşalım, aylarca ve yıllarca alkışlayıp durduğumuz o yalancı sefillerden ve onların hakikat diye gösterdikleri yalanlardan vazgeçip, Bediüzzaman Said Nursî’nin derslerine gönül bağlayıp onu üstad edinelim, zulmetten nura dönelim” diye hitap etmesi, acaba imanından aldığı sevinç ve Kur’ân ve İslâmiyet sevgisinden ve bağlılığından ve milletini pek çok sevip herkesin tahkikî imanı kazanarak sonsuz bir saadete nail olmalarını arzu etmesinden değil midir? Acaba Allah’a intisab edip İslâmiyet’in en âlî bir din ve fazilet ve saadet müjdecisi olduğunu ilân etmek bir cürüm müdür?
Şualar, 14. Şua, s. 584
Beşerin hakikî saadeti ancak Kur’ân’a ittiba etmekte
Kur’ân ve İslâmiyet aleyhinde her taraftan yıkıcı ve kahhar taarruzların başladığı ve Hazret-i Kur’ân’a ve Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma iftiralarla o zatın çok âlî ve çok kudsî kıymet ve varlıkları çürütülmek istenildiği; buna mukabil, dinsizliği ve ilhadı ve ahlâksızlığı telkin eden kitapların ve Allah’a asi ve İslâmiyet’e hücum eden fânî ve kıymetsiz bedbahtların saygılar ile anıldığı ve bid’akâr ve gayr-i meşru hallerinin alkışlandığı bir zamanda, Hazret-i Kur’ân ve Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın yüceliklerini, hakkaniyet ve kudsiyetlerini, hem Allah’ın varlığını ve bu kâinat bütün mevcudatıyla ve bütün aza ve cihazatıyla Hâlık’ının vücub-u vücuduna ve vahdaniyetine şehadet ettiğini ve insan, akıl ve fikir cihetiyle ve esma-i İlâhiyeye en ziyade âyinedar bulunmasıyla, sair mahlûkata bir nevi sultan hükmünde olduğu; insan, eğer iman ve ubudiyetle Allah’a intisab etse, dalâlet ve sefahetten ve büyük günahlardan korunsa, mevcudatın üstünde a’lâ-yı illiyyîne lâyık ve ebedî Cennet ve saadete mazhar bir muhterem misafir ve eğer şirk ve isyanla veya gaflet ve dalâletle Hâlık’ına küfretse, o zaman hayvandan daha aşağı ve esfel-i safilîne düşerek ebedî Cehenneme müstahak ve sonsuz azap ve işkencelere lâyık bir bedbaht olduğunu ve Kur’ân’ın daima değişmez ve Onun hüküm ve emirleri tebeddül etmez ve edilemez bir hak kelâmı ve İslâmiyet’in daima en yüksek bir medeniyette bulunduğunu ve beşeriyetin hakikî ve daimî saadeti ancak ve ancak evamir-i Kur’âniyeye ittiba ve intisabla mümkün olacağını açık ve kat’î olarak izah ve ispat eden Risale-i Nur’un kudsiyetini ve yüceliğini ve o mu’cize-i Kur’ân’ın bir nur-u İlâhî ve bir ihsan-ı Rabbanî olduğunu iman ve ilân etmek bir cürüm müdür?
Fânî beş-on dakikalık gayr-i meşru zevkler için yazılmış roman ve efsaneler ve İslâmiyet’in aleyhinde ve okunması memleket ve milletin selâmeti bakımından gayet tehlikeli, muzır kitapların neşredilmesi ve onların medih ve tavsiye edilmesi bir suç sayılmıyor da, yüz milyonlarla insan onda gitmiş ve hakikî olan saadete ulaşmış İslâmiyet güneşinin tarifçisi ve tavsiyecisi ve hakaik-ı imaniyenin müjdecisi olan Risale-i Nur’u okumak ve yazmak, medh ü senasına kadir olamadığımız yüksek mezâyâsını tavsiye etmemiz bir suç sayılıyor! Acaba kalbinde zerre kadar imanı olan ve memleket ve milletin selâmetini arzu eden bir insan bunu suç sayabilir mi?
Şualar, 14. Şua, s. 585
Sayın Yargıtay Hâkimleri! Sizin yüksek huzurunuza arz edilen bu dava, doğrudan doğruya iman ve Kur’ân davasıdır, milyonlarla insanların ebedî saadet ve kurtuluşu davasıdır. Bu azîm dava ile, başta Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bütün enbiya aleyhimüsselâm ve bütün evliya ve hadsiz ehl-i hakikat ve imanla dâr-ı bekaya gitmiş bütün ecdadlarımız manen alâkadardırlar. O milyonlar ehl-i hakikatin selâm ve sevgilerini, dua ve şefaatlerini kazanmak fırsatı şimdi elinizdedir. Risale-i Nur denilen âlî hakikat önünüzdedir. Onun gayesi dünyevî ve fânî ve süflî makamlar mıdır; yoksa en büyük saadet ve âlî sevinç ve en yüce bahtiyarlık olan Allah’ın rızasını kazanmak mıdır? Ve onun bütün sözleri, insanları ahlâksızlığa mı teşvik ediyor; yoksa imanla onları mücehhez kılıp yüksek ahlâk ve fazilete mi kavuşturuyor?
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın i’caz-ı manevîsinden fışkıran ve bir nur-u İlâhî olan Risale-i Nur önünüzdedir. Madem imanı kazanmak ve imanla bu dünyadan dâr-ı saadet-i bâkîye gidebilmek insanların her meselesinden üstün en büyük davasıdır. Ve madem Risale-i Nur Kur’ân’ın feyziyle, hakaik-ı imaniyeyi ders verip, yüz binlerle onu okuyup yazanların kat’î şehadetiyle ve birçok âyât-ı Kur’âniye ve ehadis-i Muhammediye (asm) kudsî beyanatı ve İmam-ı Ali (ra) ve Gavs-ı Geylânî (ra) misillü birçok ehl-i velâyetin takdirkârâne tavsiyeleriyle Risale-i Nur o davayı kat’î kazandırıyor. Elbette ve elbette, sizler yüksek adalet ve hakikatperverliğinizle, her türlü fânî endişelerin fevkinde yüksek hakperestliğinizle Risale-i Nur’un o hakkanî ve Kur’ânî çehresini ve hakikî kıymetini takdirle görüp anlayacaksınız. Ve Risale-i Nur’un talebelerinin de Cenab-ı Hakkın rızasından başka bir maksat peşinde koşmadıklarını göreceksiniz.
Sayın Yargıtay hâkimleri!
En yüksek ahlâk ve faziletiyle ve en yüce şefkat ve merhametiyle insanları koyu fikir karanlığından ve daimî haps-i ebedîden kurtarmaya çalışan ve en şiddetli sıkıntı ve işkencelere göğüs gererek Cenab-ı Hak tarafından tavzif edildiği hakaik-ı Kur’âniyeyi neşretmek kudsî vazifesiyle zamanın en yüce mertebe-i kemaline erişen aziz ve âlî Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri bütün bütün hak ve adalete aykırı olarak zindanlara atılıyor. Pek ihtiyar ve hasta ve kimsesiz, en yüksek iman ve ubudiyetle ve harika zekâ ve ilimle mücehhez ve insanların imanını kurtarmaktan başka bir gayesi bulunmayan yetmiş beş yaşındaki bu mübarek ve hakikî insaniyetperver Üstadın, Afyon zindanlarında şiddetli soğuk ve dehşetli sıkıntılar içindeki vaziyet-i elîmânesi ciğerleri deliyor ve kalpleri sızlatıyor. Hakikatlere âşık ve meftun olan yüksek adaletinize ve hakikî insaniyetperverliğinize güvenerek adaletin şefkat ve merhametinin tecellisini bekliyoruz.
Mustafa Sungur
DD
İslam dünyasının ve genelde de insanlığın bir kısmının geri kalma sebeplerinin en başında istibdat rejimleri gelir.
Yani hür olamayan özgür olamaayan ve devamlı baskı altına alınan toplumlar geri kalmaya mahkumlar
10.LEM’A
HASAN GÜNEŞ
İSTANBUL YENİ ASYA RİSALE-İ NUR DERSİ
Tüm Hür Asya TV
Tüm Hür Asya TV