40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
53,9495£% 0.21
4.319,39%0,53
3.335,86%0,37
10.219,67%-0,06
“Baskıcı ve Zorlayıcı Olmak” Fıtrata Aykırı!
“İstibdâd”ın Dayanılmaz Ağırlığı
Bilmediğimiz konuda bilgilendirilmekten rahatsızlık duymayız, aksine memnun oluruz. Ama bilginin dayatmacı bir usulle önümüze konmasından hoşnut olmayız.
Doğru olduğundan emin olduğumuz bir tavsiye ile karşılaştığımızda dikkate almaya çalışır, şayet tavsiye bir tür “dayatma” veya “zorlama” niteliği taşırsa bir biçimde tepki gösteririz.
Çeşitli konulara dair nesnel açıklamalara sıcak bakar, bu açıklamayı yapan veya yapanlar “dikta edici” veya “empoze edici” bir tutum sergilerlerse yüksünürüz veya reddederiz.
Bütün bunların işaret ettiği gerçeklik şu: Baskı ve zorlama yaratılış gerçeğine yani fıtrata aykırıdır! Peki, baskıcı ve zorlayıcı olmanın zıttı nedir? Serbest olmak, hür olmak, hür davranmak! İnsanların kendi anlayış ve tercihine havale etmek. Daha açık ifade ile, iradelere ipotek koymamak! Biliyoruz ki, irade insanı insan yapan en temel özelliktir. İradesi olmayan bir kimsenin insaniyetinden, sorumluluğundan söz edilemez.
İnsanın yaratılışça hür olması, irade sahibi olması aslında Yaratıcının İrade sahibi olduğunun göstergesidir. Başta insanlar olmak üzere varlıkların var oluş biçimi, var kılınış zamanı ve sahip oldukları özellikleri için “sayısız ihtimaller” söz konusu iken belirli bir biçim, belirli bir zaman, belirli bir özelliğin verilmesi Onun mutlak İradesini kanıtladığı gibi insanların irade sahibi olarak yaratılması da yine Onun İradesini ispat etmektedir. Kur’an’da ifadesini bulduğu üzere “O, dilediğini yapandır” (Bürûc 85/16).)
Yaratıcı, bütün varlıkların var edilişindeki hikmet ve sanatın işaret ettiği üzere “mutlak İrade” sahibi olduğu gibi O, aynı zamanda insanları Hakka kılavuzlarken de baskı ve zorlamadan uzak bir yol izlemekte, insanları İradeleriyle baş başa bırakmaktadır. Yani “ilahî sünnet” -tabir caizse- hürriyetçi bir uygulamayı içermektedir. Şüphe yok ki, O, zorlamalı bir tecelliyi tercih etse hiç kimse inkar edemez, hiç kimse isyana kalkamaz, hiç kimse hiçbir kötülüğe yaklaşamaz. Söz gelimi, üzerinde yaşadığımız yer küremizi zaman zaman beşik gibi sallasa herkesin yüreği ağzına gelir yahut bedenimizde şiddetli bir ağrı vücuda getirse her saniye “Allah” diye tazarruda bulunuruz. Nitekim kitabında da birçok ayette buna dikkat çekiyor. Mesela bir ayette “Eğer Rabbin dileseydi, yer yüzündekilerin hepsi toptan iman ederdi” (Yunus 10/99) buyuruyor. Başka bir ayette “Eğer Allah dileseydi onlar şirk koşmazlardı” (Enam 6/107), diğer bir ayette de “Allah dileseydi sizi topyekun hidayete erdirirdi” (Enam 6/149) diyor. Diğer taraftan başka bazı ayetlerde O, “Dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin” (Kehf 18/29) ve “Dinde zorlama yoktur” (Bakara 2/256), “Biz insana doğru yolu gösterdik, ya şükreden olur veya nankör olur” (İnsan 76/3) gibi ayetler de Onun insana irade verdiğini ifade etmektedir. Başka bir ayette de Peygamber’e (asm) “Sen onlar üzerinde zorlayıcı ve baskıcı değilsin” (Gaşiye 88/22) diyerek Resul-i Ekrem’e de aynı emri tekrarlamaktadır.
Görüldüğü gibi Yaratıcının hem pratikteki tecellisi hem ayetlerindeki açıklamaları Onun insana irade verdiğini, her hangi bir zorlama ve baskının söz konusu olmadığını açıkça beyan etmektedir. Ama O diğer birçok ayette insanın iradesini kullanma biçimine göre karşılık bulacağını, iman eden ve salih emel işleyenlerin ebedi rahmete, bundan uzak duranların adaletin gereği olarak azaba duçar kalacaklarını da dile getirmektedir. Şunu da hatırlamak gerekir ki Resul-i Ekrem (asm) de bu ilahî hüküm çerçevesinde hayatı boyunca baskıcı, zorlayıcı, dayatmacı yahut iradelere müdahale edici bir tutum sergilememiştir. Bütün uygulamalarını “Sana düşen tebliğ etmektir” (Şura 42/48) mesajı çerçevesinde gerçekleştirmiştir.
O halde açıkça ifade etmek gerekir ki, dinde asıl olan hürriyettir, insanların irade ve tercihlerine havaledir; bunun bir bakıma karşıtı olan baskı, zorlama yahut dayatma değildir. Bu bağlamda, sözlükte “baskıcılık, zorbalık” anlamına gelen “istibdat” dinin ruhuna tamamen aykırıdır. Din hayatın her alanını kapsadığı için -temel İslamî bir hüküm olarak- irade ve hürriyetin kişisel tercihten aile hayatına, iş ortamından devlet idaresine kadar her alanda hakim olması gerektiğinde şüphe yoktur. Nitekim Bediüzzaman İslam’ın aleme geliş yahut gönderiliş hikmetinin istibdadı yani baskıcılığı yok etmek olduğunu söylemektedir: “Şeriat aleme gelmiş, tâ istibdâdı ve zalimane tahakkümü mahvetsin” (Divan-ı Harb-i Örfî [Eski Said Dönemi Eserleri içinde] İstanbul 2017, s. 121).
Sonuç olarak hepimiz, hayatımızın her alanında hürriyetin “dayanılmaz hafifliği”ni yaşamaya çalışması, baskı ve zorbalığın “dayanılmaz ağırlığı”ndan uzak durmaya gayret etmesi gerekiyor. Ne mutlu hürriyeti hayatının her alanına ve her aşamasına hakim kılanlara, veyl olsun baskı ve zorbalığa dayananlara yahut yaslananlara!
İnşaallah yanılırız, bu bir seçim yatırımı değildir! Ali Ferşadoğlu