40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
53,9495£% 0.21
4.319,39%0,53
3.335,86%0,37
10.219,67%-0,06
Bediüzzaman’ın İnsanın Yaratılışını “Hikmet” Ekseninde Temellendirmesi
Yaratılışta “yerli yerindelik” var. Bedenimizde, her organ olması gereken en uygun yerde. Çok hassas olan gözümüzün “göz çukuru”na yerleştirilmiş olması yerli yerinde. İç organlarımızın göğüs kafesiyle korunmaya alınmış olması yerli yerinde. Kuşun rahatça uçabilmesi için simetrik olarak iki kanat takılması yerli yerinde. Balığın suda kolayca yaşayabilmesi için süzgeçlerinin dizaynı yerli yerinde. Havada bulunan elementlerden mesela oksijen oranı olarak yerli yerinde. Dünyanın güneş ile mesafesinin 149 milyon kilometre olarak belirlenmiş olması yerli yerinde…
İlmi araştırmaların ortaya koyduğu, aklı hayrete düşürecek incelikteki yararlılıklar bir tarafa, basit ve yalın gözlemlerimizle baktığımızda her şeyin yerli yerinde olduğunu görüyoruz. Dağlar, denizler, nehirler, bitkiler, hayvanlar… kısaca her şeyin yapısı, birbiriyle ilişkisi tek kelime ile harika ve yerli yerinde. Bu bize aklî bir zorunluluk olarak Yaratıcının “hikmet” sahibi olduğunu gösteriyor. Küçük -büyük, canlı-cansız, fert-tür istisnasız her şeyde gözlenen “hikmet hakikati” elbette bize bu hikmeti görmek, bu hikmetin kaynağına inanmak ve bu hikmete uygun davranmak gibi görev ve sorumluluklarımıza kapı aralıyor. Bizim burada işaret etmek istediğimiz husus bu değil. Yaratılış hakikati yahut yaratılış türleri bağlamında “insan”ın özel bir kategorik varlık olarak yaratılışı ile hikmet arasındaki ilişkiye işaret etmek.
Bediüzzaman İşârâtü’l-i’câz’da bu konuyla ilgili olarak kısa fakat orijinal bir açıklama yapıyor. Ona göre “hayır ve şer” ekseninden bakıldığında dört varlık türü bulunuyor. Tamamen hayrı temsil eden “melekler”, tamamen şerri temsil eden “şeytanlar”, ne hayra ne şerre istidadı olmayan “hayvanlar”, son olarak da hem hayra hem şerre istidadı olan “insanlar” (Bk. İşârâtü’l-i’câz, İstanbul 2020, YAN, s. 246). Bu dörtlü gruplandırma dikkate alındığında insanın yaratılması tam bir hikmet olarak görünüyor. Çünkü sadece melekler olsa fakat bunların tam zıddı olan şeytanlar olmasa nasıl tek taraflılık söz konusu olursa, hayır ve şerre elverişliliği bulunmayan hayvan olup da hem hayra hem şerre elverişliliği bulunan insan olmazsa yine hikmetsizlik söz konusu olur, diye anlaşılıyor.
Daha açık ifade etmek gerekirse, sonuna gelemeyeceğimiz büyüklükteki şu alemin Rabbi olan Yaratıcı, alemin açıkça şahitlik ettiği üzere sonsuz bir kemâlin sahibi. Bu mutlak kemâl sahibi olan Yaratıcı isim, sıfat ve şuunâtını yani özelliklerini -birbiriyle mütenasip bir nitelikte- yansıtmalıdır diye anlaşılıyor. Melaike yaratılış özelliklerine uygun olarak (iradeleri yok çünkü) Onu hamd ile tesbih ederken, vaktiyle irade sahibi olmalarına rağmen şerre odaklanarak hayra istidadını kaybeden şeytanların da olması gerekiyor. Çünkü bunlar insanlara telkinde bulunarak onların kendilerini geliştirmelerine vesile olan bir işlev ortaya koyuyor. Diğer taraftan hayvanlar akıl ve iradeden mahrum olduklar için mutlak kemâli cismen ve tek yönlü olarak yansıtıyorlar. İnsan ise hem hayra hem şerre kabiliyeti olan bir varlık olarak iradesiyle hayrı tercih etmek suretiyle ayrı bir fonksiyon icra ediyor. Bediüzzaman’ın ifadesiyle şehevî, gadabî ve aklî kuvvelere sahip kılınan insan bu kuvveleri doğru şekilde kullanırsa meleklere üstünlük sağlıyor, yanlış kullanması halinde ise hayvanlardan daha aşağı dereceye iniyor.
Başka bir açıdan bakıldığında melekler ve şeytanlar “ruhânî” varlıklar, hayvanlar ve insanlar ise “kesif cismaniyeti” olan varlıklardır. İrade açısından bakıldığında melekler “iradesiz varlıklar”, şeytanlar da iradelerini şerde teksif ettikleri için bir bakıma hayra iradelerini yitirmiş varlılardır. Hayvanlar ve insanlara gelince bu iki tür varlık cismaniyet sahibi olmakta ortak ancak akıl ve irade sahibi olmakta tamamen farklıdır. Hayvanlar akıl ve iradeden mahrum iken insanlar hem akıl hem de irade ile donatılmışlardır.
Şuraya gelmek istiyoruz: Yaratılışa hikmet ekseninde bakıldığında “bütün”ün tamamlanması için insanın yaratılması “yerli yerinde” görünüyor. İnsan bu anlamda yaratılışın da en özel, en dikkat çekici, en donanımlı varlığı hükmündedir. Çünkü ne meleklerde ne hayvanlarda hiçbir “terakki”, hiçbir yükselme söz konusu değilken insan “seradan süreyyaya” yükselebilecek donanımdadır.
Sonuç itibariyle “hikmet”in iktizası olarak dünyaya gelen insan, yaratılıştan kendisine verilen akıl, irade ve kalp gibi özelliklerini fark etmeli, bunları doğru şekilde kullanmalı, böylece meleklerden daha üstün bir konuma gelmek için çaba içinde olmalıdır.
ÖĞLE NAMAZINI KILMANIN HİKMETLERİ | SÜLEYMAN KÖSMENE